İplik Düğümü
Kızıl
güneşin ışıkları, yavaş yavaş Huzurlu Köyü’nü aydınlatmaya başlamıştı. Ben ise
çoktan okul için hazırlanmıştım. Kahverengi, deri postacı tipi çantamın
içerisine konu kitaplarımı ve tebeşirlerimi yerleştirdikten sonra dün akşam yan
komşum olan Emine ablanın verdiği mısır ekmeğinden bir dilimi kemirerek evden
çıktım.
Artık bu
güzel köye de mesleğime de aslında ailemin yanından uzak olmama karşın gayet alışmıştım.
Kışın buralar beni zorluyordu ama her sabah minik kuşlarıma kavuşacak olmamın
heyecanı beni evden fırlatıyordu. Evim okula pek de uzak değildi ama eğer Kamil
abiye denk gelirsem ben de çocuklarla okula varmış oluyordum.
Her gün
geçtiğim o patikalardan geçerek baktığınızda derme çatma bir evi andıran küçük
okulumuza varıyorduk. Camların menteşeleri, okulun her an çökecek gibi duran
çatısı ve yer yer kendini belli eden eskimiş boyası ne kadar korkunç
görünebilse de bana tatlı bir yuvayı andırıyordu, küçük ve minik kanatlara
sahip fakat o minik kanatları henüz nasıl kullanacağını bilemeyen yavru
kuşların tatlı yuvası.
Havanın
güzelliği o gün dersi dışarıda işlemek konusunda beni oldukça cezp etmişti.
Okulumuzun gıcırdayan kapılarından geçince Müdür Bey ile karşılaştım.
-Günaydın
Müdür Bey
-Günaydın Hocam,
sefalar getirdiniz
Çantamı
gidip sınıfa bıraktım. Tam aklımdan çocukları geçirirken toynak seslerinin
okula yaklaştığını duydum. Onlar çocuk olabilirdi ama bu benim onlar gibi çocuk
olamayacağım anlamına gelmiyordu. Hemen bahçeye koştuğumda arabadan atlayan
minikler bana doğru koşmaya başladı. Çünkü biliyorlardı, her sabah onlar
için açılan bu kollara hepsini sığdırabileceğimi.
Tabii ki
yarışın birincisi altın sarısı parlak saçlarıyla Ahenk oldu.
-Günaydın öğretmenim
!
Ve ardından
beni her sabah yenileyen gülüşmeler… Dilek, sarıldıktan sonra bana döndü ve dedi
ki :
-Öğretmenim,
anneniz size de mi önlük taktırmaya başladı.
Fark
edeceklerini biliyordum çünkü çocukların ilgileri ayrıntılarda gizliydi.
-Hayır
Dilek, bu önlüğü takmamı bana annem söylemedi. Ben bu önlüğü taktım çünkü ben
de bir öğrenciyim.
Bu lafımın
üzerine Cahit hemen atladı :
-Nasıl olur
öğretmenim ? Siz öğrenci değilsiniz ki siz öğretmensiniz.
Sonra Kalben
de yorumunu kattı :
-Hem madem
öğrencisiniz sizin öğretmeniniz kim o zaman ?
-Sizsiniz.
Benim öğretmenlerim sizlersiniz. Benim sizden öğreneceğim çok şey var.
Sabah
çiçekleri açtı böylece, her birinin yüzü aydınlandı tıpkı bu sabah güne merhaba
diyen güneş gibi.
-Haydi
bakalım sınıflara geçin, bırakın eşyalarınızı sonrasında da masanın üstünden
birer kağıt kalem ve yan taraftan yastıklarınızı alın gelin.
İlker
heyecanla zıplamaya başladı:
-Oley dersi dışarıda
işleyeceğiz !
Sabah
şekerleri dağıtıldı böylece, her birinin hevesi zirvedeydi. Her biri kendini
şanslı ve umut dolu hissediyordu.
Arabadan
birkaç çantayı indirmeye çalışan Vefa Hoca'nın yanına gittim.
-Hocam izin
verin yardım edeyim size.
-Valla Hocam
çok iyi olur bu sefer değerli veliler, yemek hazırlarken oldukça fazla
hazırlamış anlaşılan.
-Olsun,
evlatlarının mutlu olacaklarının farkındalar ya o yeter bize.
Ders vakti
yaklaşınca her biri yastıklarına yerleşti.
-Bugün resim
çizeceğiz.
-Ne
çizeceğiz hocam ?
-Siz ne
çizmek isterseniz onu çizeceksiniz.
Bilinç arttı
böylece, bireysellik arttı. Her biri omuzlarına binen sorumluluk ile
özgürleşmeye başladı.
Onlar iyice
çalışmalarına odaklanmaya başlayınca ben de karşılarındaki yastığıma kurulup
kendi resmimi oluşturmaya başladım. Küçük önlükler vardı kağıdımda ve bu minik
önlüklerin doldurduğu masmavi bir gökyüzü.
Çizimler
iyice bitmeye yaklaştığında Müdür Bey elinde minik bir radyoyla yanımıza vardı.
-Mimoza
Hocam, çocuklarımızın neşelerine neşe katalım dedim. Şöyle buyurun.
-Müdür Bey, çok
sağ olun. Bence biraz müzik dinlemek çocuklara oldukça iyi gelecek. Değil mi
çocuklar doğru mu düşündüm ?
-Evet
öğretmenim!
Müdür Bey:
-Kolay
gelsin Hocam, iyi dersler. Sizlere de iyi dersler minik yavrular.
-Sağ olun
öğretmenim !
Radyonun
çektiği bir frekans bulmaya çalışırken Hayal bana seslendi :
-Öğretmenim,
eğlenceli bir şeyler dinlesek olur mu ?
-Tabii olur
Hayal ama arkadaşlarına da sorsak daha güzel olacak gibi
Bu sözümün
üzerine hepsi bir ağızdan fikrini beyan etti:
-Evet
öğretmenim eğlenceli bir şeyler olsun, lütfen.
-Derhal
açıyorum, hiç merak etmeyin.
Eşlik edilen
ve dans edilen parçalarla birlikte resimler bitmişti böylece. En sevdiğim de
sırayla her birinin yanına çömelip resimlerine iltifat etmekti. Akın tatlı ördekleri
Paytak’ı güzel bir gölün içinde, Cahit evlerinin girişindeki güzel sarmaşık
çiçeklerini, Ahenk ileride almak için can attığı bisikleti, Sema yeni doğan
yavru kedilerini çizmişti. Sıra Kalben ve Agâh’a gelmişti. Kalben’in resmini
incelerken konuşmaya başladı :
-Öğretmenim
ben kendimi çizdim, üzerimdeki de sizin en sevdiğim elbiseniz. Ben de büyüyüp
sizin gibi bir kadın olduğumda böyle güzel elbiselerim, kemerlerim,
ayakkabılarım ve çantalarım olacak.
-Kalben,
emin ol senin gibi bir kız ilerde bu elbiselerin çok daha güzelini hak eden çok
iyi yürekli bir kadın olacak.
-Öğretmenim
bir şey söyleyebilir miyim ?
-Tabii seni
dinliyorum
-Agâh resim
çizmedi. Baksanıza, kağıdında sadece bir çizgi var o kadar.
-Eminim Agâh’ın
bu resmi yapmasında bir ilham kaynağı vardır ve ben öğrenmeyi gerçekten çok
isterim.
Yavaşça Agâh’ın
yanına çömeldim.
-Agâh, anlat
bakalım sen neler yaptın kağıdına.
-Ben iplik
kuşu çizdim.
-Ya öyle mi
? Peki bana anlatır mısın bu iplik kuşunu, mesela neler yapıyor bu minik kuş ?
-Uçuyor.
-Ne kadar
güzel. Nasıl uçuyor peki ? Zorlanıyor mu sence uçarken ?
-Hayır,
hatta çok hızlı uçuyor. Bu yüzden iplik kuşu deniyor. Uçarken aynı çizdiğim
gibi ince bir iplik gibi görünüyor.
-Anladım, iplik
kuşlarını seviyorsun sanırım doğru mu ?
-Ben değil, annem. Hatta ben aslında annemi çizdim biliyor musunuz ?
-Nasıl yani
?
-Annem uzağa
gittiğinden beri bir iplik kuşu sürekli bizim evimizin üzerinde dolanıyor
biliyor musunuz ? Ben sonradan anladım annemin artık bir iplik kuşu olduğunu.
Ama annem sürekli uçuyor öğretmenim. O yüzden annemi sadece uçarken bir iplik
halinde görüyorum.
-Çok güzel
bir resim olmuş Agâh. Ellerine sağlık çok güzel bir iş çıkardın.
Bu resmin
hikâyesine ve iki çocuğun da dolan gözleri karşısında denecek tek laf yoktu.
İkisine de dolu dolu sarılıp yumuşak saçlarına küçük öpücükler bıraktım.
Dersler ilerlemiş ve sonunda öğle yemeği vakti gelmişti. Vefa Hoca ile her biri özenle paketlenmiş yemekleri ayarladık. Çocuklara tabaklar, çatallar, kaşıklar, bardaklar dağıtıldı. Her yavrunun karnı iyice doymadan, o güzel öğle sohbeti yapılmadan kimse kalkmazdı masadan.
Öğle
yemeğinden sonra Vefa Hoca çocuklarla ilgileniyordu. Biz de o sırada Müdür Bey
ile önümüzdeki hafta yapılacak işlerin programlamasını ayarlıyorduk.
-Mimoza
Hocam, öğrenci sayılarında ciddi bir düşüş oluyor bu açıdan ilerleyerek
velilerle bir an önce konuşulması gerekiyor.
-Haklısınız
Müdür Bey. Biz Vefa Hocamla birlikte çocuklara ayırdığımız vakit haricinde
kalan zamanımızda ulaşabildiğimiz kadar veliye ulaşmaya çalışacağız.
Programlama devam ederken okula yaklaşan araba sesi bizi biraz
tedirgin etti.
-Hocam bir
çıkıp baksak çok iyi olacak.
Dışarı
çıktığımızda arabadan inen müfettiş bize doğru yaklaştı. Önümüzde durduğunda
başındaki fötr şapkayı indirerek selam verdi.
-Merhabalar
Müdür Bey, merhabalar Hoca Hanım.
-Hoş geldiniz
efendim. Buyurun ne için gelmiştiniz ?
Merakla
müfettişin ne diyeceğini bekledik. Önce yere baktı ve tekrardan bize döndü.
-Bu konuyu
okuldan biraz uzaklaşarak konuşsak iyi olur.
-Buyurun
tabii bahçenin altında kalan tarafta konuşabiliriz.
En azından
okul içinden bizi duyamayacakları kadar uzaklaştığımız zaman müfettiş olaya
açıklık getirdi:
-Agâh ve
Kalben Kaya’nın babası İsmet Kaya’nın, İstanbul’da geçirdiği iş kazası sonucu
hayatını kaybettiği haberini aldık.
Bu haber
tıpkı güzel gelişen sabahın, iyi gelen sohbetlerin ve neşeli gülüşmelerin
arasında parlayan bir silah gümbürtüsü gibi gelmişti. Önce sessizlik oldu,
sonra müfettiş konuşmaya devam etti:
-Yarın
İstanbul’dan getirildiğinde köy camisinde öğle namazı vaktinde cenazesi
kaldırılacak.
Bir iplik
kuşu daha uçtu böylece. Ancak bu sefer Agâh ve Kalben’in evinden değil okulda
oluşan karanlık gölgenin üzerinden.
O gün nasıl
geçti, ben öğrenciler karşısında nasıl dik durabildim, önlüğüm öğrendiklerim
karşısında nasıl parçalanmadı asla anlayamıyorum. Tek bildiğim okul çıkışında
iki elimi de tutan, hiçbir şeyden haberleri yokken öksüz ve yetim kalmış Agâh
ve Kalben’in o akşam misafirim olacağıydı. Çünkü kendi yaşadıklarımdan
biliyordum o gün o eve derin bir karanlık, yalnızlık ve soğuk çökecekti. Bunlar
da hassas ve küçük kalplere uygun koşullar değildi.
Eve ulaştığımızda
ilk işim sobayı yakmak oldu. Geceye doğru buralar iyice buz keserdi.
-Evet hadi
söyleyin bakalım acıktınız mı ?
Cevap
vermediler. Acaba utandılar mı diye düşünmeye başlamıştım ki Kalben konuştu :
-Öğretmenim, biz size misafir olarak geldik ama biz babamızdan izin almadık ki.
Agâh da
atıldı :
-Evet
öğretmenim, babam bize izin vermeyebilir.
-Burada
kalmanızda hiçbir sorun yok çocuklar. Kimse burada kalmanız konusunda size
karşı da değil. Tamam mı ?
-Tamam
öğretmenim.
Çocuklar
hissederdi, çocuklar hatırlardı. Elimizden geldiğince korusak da bilinç kendini
hatırlatır, oluştururdu.
İyice
karanlık bastırmıştı ve bu minik kuşların uyku vakti de çoktan gelmişti.
Yataklarını hazırladım ve Emine abladan istediğim pijamaları giydirttim.
Agâh ve Kalben uzandıkları yatakta sadece yüzüme baktılar.
-Haydi
bakalım tatlı rüyalar size. Bir şey isterseniz beni çağırın olur mu? Ben biraz
bahçede oturacağım.
Kalın, örme
hırkamı sırtıma geçirdikten sonra evimin bahçesinde eski tahtalardan yapılmış
banka yığıldım. Gönlüm el vermiyordu, beynim ise bir yol arayıp beni bu
çıkmazdan çıkartmaya uğraşıyordu. Yüzüm ellerim arasında, eğili vaziyette ne
kadar süre kaldım bilmiyorum ama dikkatimi dağıtan dış kapının aralanması oldu.
-Agâh
uyumadın mı sen hala ?
-Uyku
tutmadı öğretmenim.
Yanıma geldi
ve bankın bir köşesine de o oturdu.
-Öğretmenim,
okuldayken ben bir kuş gördüm. Anneme benziyordu, galiba o da bir iplik kuşuydu
fakat o annem değildi. Geldi, pencerenin önüne kondu ve bu sefer görebildim
onu. Fakat öğretmenim, o kadar hızlı uçabilmesine rağmen mutlu değildi bu kuş.
-Belki
yorulmuştur, belki dinlenmesi gerekmiştir.
-Evet
haklısınız, olabilir. Bu arada annem bulamadı beni galiba. Herhalde bizim evde
bekliyor beni. Yarın gideriz değil mi öğretmenim?
-Olur canım
gideriz.
-Babam,
babam da uçuyor öğretmenim. Hem de annemle birlikte uçuyorlar.
Mutluymuş
gibi davranıyordu ama gözlerinden akan boncuk yaşlar onu ele veriyordu. Yere
çömelmem ve boynuma sarılmaları bir oldu. O kalplerin yavaş yavaş soğuduğunu
hissediyordum şimdi.
Ta ki bugüne kadar yıllar geçti üzerimizden. Birbirimizi büyülttük böylece. Ben yaşlandım onlar ise olgunlaştı koca, tertemiz yürekler oldu. Yıllar önce bırakmadığım ve sahiplenip yanımdan asla ayırmadığım bu küçük kuşlar, benim bugünümde şimdi bana yuva olup çıktılar. İplik kuşlarına ise bir şey olmadı onlar her zaman başımızın üzerinde döne döne durdular. Bizlerden biri iplik kuşuna bürünene değin bizleri ayırabilen, bizleri kalplerimizden bağlayan iplik düğümünü çözebilen hiçbir güç ise çıkamadı karşımıza.
Yorumlar
Yorum Gönder