İplik Düğümü (Vefa ve Öğretmen) - Zeynep Gedikli

                              İplik Düğümü

Kızıl güneşin ışıkları, yavaş yavaş Huzurlu Köyü’nü aydınlatmaya başlamıştı. Ben ise çoktan okul için hazırlanmıştım. Kahverengi, deri postacı tipi çantamın içerisine konu kitaplarımı ve tebeşirlerimi yerleştirdikten sonra dün akşam yan komşum olan Emine ablanın verdiği mısır ekmeğinden bir dilimi kemirerek evden çıktım.

Artık bu güzel köye de mesleğime de aslında ailemin yanından uzak olmama karşın gayet alışmıştım. Kışın buralar beni zorluyordu ama her sabah minik kuşlarıma kavuşacak olmamın heyecanı beni evden fırlatıyordu. Evim okula pek de uzak değildi ama eğer Kamil abiye denk gelirsem ben de çocuklarla okula varmış oluyordum.

Her gün geçtiğim o patikalardan geçerek baktığınızda derme çatma bir evi andıran küçük okulumuza varıyorduk. Camların menteşeleri, okulun her an çökecek gibi duran çatısı ve yer yer kendini belli eden eskimiş boyası ne kadar korkunç görünebilse de bana tatlı bir yuvayı andırıyordu, küçük ve minik kanatlara sahip fakat o minik kanatları henüz nasıl kullanacağını bilemeyen yavru kuşların tatlı yuvası.

Havanın güzelliği o gün dersi dışarıda işlemek konusunda beni oldukça cezp etmişti. Okulumuzun gıcırdayan kapılarından geçince Müdür Bey ile karşılaştım.

-Günaydın Müdür Bey

-Günaydın Hocam, sefalar getirdiniz

Çantamı gidip sınıfa bıraktım. Tam aklımdan çocukları geçirirken toynak seslerinin okula yaklaştığını duydum. Onlar çocuk olabilirdi ama bu benim onlar gibi çocuk olamayacağım anlamına gelmiyordu. Hemen bahçeye koştuğumda arabadan atlayan minikler bana doğru koşmaya başladı. Çünkü biliyorlardı, her sabah onlar için açılan bu kollara hepsini sığdırabileceğimi.

Tabii ki yarışın birincisi altın sarısı parlak saçlarıyla Ahenk oldu.

-Günaydın öğretmenim !

Ve ardından beni her sabah yenileyen gülüşmeler… Dilek, sarıldıktan sonra bana döndü ve dedi ki :

-Öğretmenim, anneniz size de mi önlük taktırmaya başladı.

Fark edeceklerini biliyordum çünkü çocukların ilgileri ayrıntılarda gizliydi.

-Hayır Dilek, bu önlüğü takmamı bana annem söylemedi. Ben bu önlüğü taktım çünkü ben de bir öğrenciyim.

Bu lafımın üzerine Cahit hemen atladı :

-Nasıl olur öğretmenim ? Siz öğrenci değilsiniz ki siz öğretmensiniz.

Sonra Kalben de yorumunu kattı :

-Hem madem öğrencisiniz sizin öğretmeniniz kim o zaman ?

-Sizsiniz. Benim öğretmenlerim sizlersiniz. Benim sizden öğreneceğim çok şey var.

Sabah çiçekleri açtı böylece, her birinin yüzü aydınlandı tıpkı bu sabah güne merhaba diyen güneş gibi.

-Haydi bakalım sınıflara geçin, bırakın eşyalarınızı sonrasında da masanın üstünden birer kağıt kalem ve yan taraftan yastıklarınızı alın gelin.

İlker heyecanla zıplamaya başladı:

-Oley dersi dışarıda işleyeceğiz !

Sabah şekerleri dağıtıldı böylece, her birinin hevesi zirvedeydi. Her biri kendini şanslı ve umut dolu hissediyordu.

Arabadan birkaç çantayı indirmeye çalışan Vefa Hoca'nın yanına gittim.

-Hocam izin verin yardım edeyim size.

-Valla Hocam çok iyi olur bu sefer değerli veliler, yemek hazırlarken oldukça fazla hazırlamış anlaşılan.

-Olsun, evlatlarının mutlu olacaklarının farkındalar ya o yeter bize.

Ders vakti yaklaşınca her biri yastıklarına yerleşti.

-Bugün resim çizeceğiz.

-Ne çizeceğiz hocam ?

-Siz ne çizmek isterseniz onu çizeceksiniz.

Bilinç arttı böylece, bireysellik arttı. Her biri omuzlarına binen sorumluluk ile özgürleşmeye başladı.

Onlar iyice çalışmalarına odaklanmaya başlayınca ben de karşılarındaki yastığıma kurulup kendi resmimi oluşturmaya başladım. Küçük önlükler vardı kağıdımda ve bu minik önlüklerin doldurduğu masmavi bir gökyüzü.

Çizimler iyice bitmeye yaklaştığında Müdür Bey elinde minik bir radyoyla yanımıza vardı.

-Mimoza Hocam, çocuklarımızın neşelerine neşe katalım dedim. Şöyle buyurun.

-Müdür Bey, çok sağ olun. Bence biraz müzik dinlemek çocuklara oldukça iyi gelecek. Değil mi çocuklar doğru mu düşündüm ?

-Evet öğretmenim!

Müdür Bey:

-Kolay gelsin Hocam, iyi dersler. Sizlere de iyi dersler minik yavrular.

-Sağ olun öğretmenim !

Radyonun çektiği bir frekans bulmaya çalışırken Hayal bana seslendi :

-Öğretmenim, eğlenceli bir şeyler dinlesek olur mu ?

-Tabii olur Hayal ama arkadaşlarına da sorsak daha güzel olacak gibi

Bu sözümün üzerine hepsi bir ağızdan fikrini beyan etti:

-Evet öğretmenim eğlenceli bir şeyler olsun, lütfen.

-Derhal açıyorum, hiç merak etmeyin.

Eşlik edilen ve dans edilen parçalarla birlikte resimler bitmişti böylece. En sevdiğim de sırayla her birinin yanına çömelip resimlerine iltifat etmekti. Akın tatlı ördekleri Paytak’ı güzel bir gölün içinde, Cahit evlerinin girişindeki güzel sarmaşık çiçeklerini, Ahenk ileride almak için can attığı bisikleti, Sema yeni doğan yavru kedilerini çizmişti. Sıra Kalben ve Agâh’a gelmişti. Kalben’in resmini incelerken konuşmaya başladı :

-Öğretmenim ben kendimi çizdim, üzerimdeki de sizin en sevdiğim elbiseniz. Ben de büyüyüp sizin gibi bir kadın olduğumda böyle güzel elbiselerim, kemerlerim, ayakkabılarım ve çantalarım olacak.

-Kalben, emin ol senin gibi bir kız ilerde bu elbiselerin çok daha güzelini hak eden çok iyi yürekli bir kadın olacak.

-Öğretmenim bir şey söyleyebilir miyim ?

-Tabii seni dinliyorum

-Agâh resim çizmedi. Baksanıza, kağıdında sadece bir çizgi var o kadar.

-Eminim Agâh’ın bu resmi yapmasında bir ilham kaynağı vardır ve ben öğrenmeyi gerçekten çok isterim.

Yavaşça Agâh’ın yanına çömeldim.

-Agâh, anlat bakalım sen neler yaptın kağıdına.

-Ben iplik kuşu çizdim.

-Ya öyle mi ? Peki bana anlatır mısın bu iplik kuşunu, mesela neler yapıyor bu minik kuş ?

-Uçuyor.

-Ne kadar güzel. Nasıl uçuyor peki ? Zorlanıyor mu sence uçarken ?

-Hayır, hatta çok hızlı uçuyor. Bu yüzden iplik kuşu deniyor. Uçarken aynı çizdiğim gibi ince bir iplik gibi görünüyor.

-Anladım, iplik kuşlarını seviyorsun sanırım doğru mu ?

-Ben değil, annem. Hatta ben aslında annemi çizdim biliyor musunuz ?

-Nasıl yani ?

-Annem uzağa gittiğinden beri bir iplik kuşu sürekli bizim evimizin üzerinde dolanıyor biliyor musunuz ? Ben sonradan anladım annemin artık bir iplik kuşu olduğunu. Ama annem sürekli uçuyor öğretmenim. O yüzden annemi sadece uçarken bir iplik halinde görüyorum.

-Çok güzel bir resim olmuş Agâh. Ellerine sağlık çok güzel bir iş çıkardın.

Bu resmin hikâyesine ve iki çocuğun da dolan gözleri karşısında denecek tek laf yoktu. İkisine de dolu dolu sarılıp yumuşak saçlarına küçük öpücükler bıraktım.

Dersler ilerlemiş ve sonunda öğle yemeği vakti gelmişti. Vefa Hoca ile her biri özenle paketlenmiş yemekleri ayarladık. Çocuklara tabaklar, çatallar, kaşıklar, bardaklar dağıtıldı. Her yavrunun karnı iyice doymadan, o güzel öğle sohbeti yapılmadan kimse kalkmazdı masadan.

Öğle yemeğinden sonra Vefa Hoca çocuklarla ilgileniyordu. Biz de o sırada Müdür Bey ile önümüzdeki hafta yapılacak işlerin programlamasını ayarlıyorduk.

-Mimoza Hocam, öğrenci sayılarında ciddi bir düşüş oluyor bu açıdan ilerleyerek velilerle bir an önce konuşulması gerekiyor.

-Haklısınız Müdür Bey. Biz Vefa Hocamla birlikte çocuklara ayırdığımız vakit haricinde kalan zamanımızda ulaşabildiğimiz kadar veliye ulaşmaya çalışacağız.

Programlama  devam ederken okula yaklaşan araba sesi bizi biraz tedirgin etti.

-Hocam bir çıkıp baksak çok iyi olacak.

Dışarı çıktığımızda arabadan inen müfettiş bize doğru yaklaştı. Önümüzde durduğunda başındaki fötr şapkayı indirerek selam verdi.

-Merhabalar Müdür Bey, merhabalar Hoca Hanım.

-Hoş geldiniz efendim. Buyurun ne için gelmiştiniz ?

Merakla müfettişin ne diyeceğini bekledik. Önce yere baktı ve tekrardan bize döndü.

-Bu konuyu okuldan biraz uzaklaşarak konuşsak iyi olur.

-Buyurun tabii bahçenin altında kalan tarafta konuşabiliriz.

En azından okul içinden bizi duyamayacakları kadar uzaklaştığımız zaman müfettiş olaya açıklık getirdi:

-Agâh ve Kalben Kaya’nın babası İsmet Kaya’nın, İstanbul’da geçirdiği iş kazası sonucu hayatını kaybettiği haberini aldık.

Bu haber tıpkı güzel gelişen sabahın, iyi gelen sohbetlerin ve neşeli gülüşmelerin arasında parlayan bir silah gümbürtüsü gibi gelmişti. Önce sessizlik oldu, sonra müfettiş konuşmaya devam etti:

-Yarın İstanbul’dan getirildiğinde köy camisinde öğle namazı vaktinde cenazesi kaldırılacak.

Bir iplik kuşu daha uçtu böylece. Ancak bu sefer Agâh ve Kalben’in evinden değil okulda oluşan karanlık gölgenin üzerinden.

O gün nasıl geçti, ben öğrenciler karşısında nasıl dik durabildim, önlüğüm öğrendiklerim karşısında nasıl parçalanmadı asla anlayamıyorum. Tek bildiğim okul çıkışında iki elimi de tutan, hiçbir şeyden haberleri yokken öksüz ve yetim kalmış Agâh ve Kalben’in o akşam misafirim olacağıydı. Çünkü kendi yaşadıklarımdan biliyordum o gün o eve derin bir karanlık, yalnızlık ve soğuk çökecekti. Bunlar da hassas ve küçük kalplere uygun koşullar değildi.

Eve ulaştığımızda ilk işim sobayı yakmak oldu. Geceye doğru buralar iyice buz keserdi.

-Evet hadi söyleyin bakalım acıktınız mı ?

Cevap vermediler. Acaba utandılar mı diye düşünmeye başlamıştım ki Kalben konuştu :

-Öğretmenim, biz size misafir olarak geldik ama biz babamızdan izin almadık ki.

Agâh da atıldı :

-Evet öğretmenim, babam bize izin vermeyebilir.

-Burada kalmanızda hiçbir sorun yok çocuklar. Kimse burada kalmanız konusunda size karşı da değil. Tamam mı ?

-Tamam öğretmenim.

Çocuklar hissederdi, çocuklar hatırlardı. Elimizden geldiğince korusak da bilinç kendini hatırlatır, oluştururdu.

İyice karanlık bastırmıştı ve bu minik kuşların uyku vakti de çoktan gelmişti. Yataklarını hazırladım ve Emine abladan istediğim pijamaları giydirttim. Agâh ve Kalben uzandıkları yatakta sadece yüzüme baktılar.

-Haydi bakalım tatlı rüyalar size. Bir şey isterseniz beni çağırın olur mu? Ben biraz bahçede oturacağım.

Kalın, örme hırkamı sırtıma geçirdikten sonra evimin bahçesinde eski tahtalardan yapılmış banka yığıldım. Gönlüm el vermiyordu, beynim ise bir yol arayıp beni bu çıkmazdan çıkartmaya uğraşıyordu. Yüzüm ellerim arasında, eğili vaziyette ne kadar süre kaldım bilmiyorum ama dikkatimi dağıtan dış kapının aralanması oldu.

-Agâh uyumadın mı sen hala ?

-Uyku tutmadı öğretmenim.

Yanıma geldi ve bankın bir köşesine de o oturdu.

-Öğretmenim, okuldayken ben bir kuş gördüm. Anneme benziyordu, galiba o da bir iplik kuşuydu fakat o annem değildi. Geldi, pencerenin önüne kondu ve bu sefer görebildim onu. Fakat öğretmenim, o kadar hızlı uçabilmesine rağmen mutlu değildi bu kuş.

-Belki yorulmuştur, belki dinlenmesi gerekmiştir.

-Evet haklısınız, olabilir. Bu arada annem bulamadı beni galiba. Herhalde bizim evde bekliyor beni. Yarın gideriz değil mi öğretmenim?

-Olur canım gideriz.

 Sabahın erken saatleriydi cenaze saati gelmeden çocukları evin önüne getirdim. İkisi de dikkatli şekilde etrafı inceledi. Tam olarak ne kadar durduk o sokakta hatırlamıyorum ama belli bir zaman sonra Agâh yanıma geldi.

-Babam, babam da uçuyor öğretmenim. Hem de annemle birlikte uçuyorlar.

Mutluymuş gibi davranıyordu ama gözlerinden akan boncuk yaşlar onu ele veriyordu. Yere çömelmem ve boynuma sarılmaları bir oldu. O kalplerin yavaş yavaş soğuduğunu hissediyordum şimdi.

Ta ki bugüne kadar yıllar geçti üzerimizden. Birbirimizi büyülttük böylece. Ben yaşlandım onlar ise olgunlaştı koca, tertemiz yürekler oldu. Yıllar önce bırakmadığım ve sahiplenip yanımdan asla ayırmadığım bu küçük kuşlar, benim bugünümde şimdi bana yuva olup çıktılar. İplik kuşlarına ise bir şey olmadı onlar her zaman başımızın üzerinde döne döne durdular. Bizlerden biri iplik kuşuna bürünene değin bizleri ayırabilen, bizleri kalplerimizden bağlayan iplik düğümünü çözebilen hiçbir güç ise çıkamadı karşımıza.

Yorumlar