HARNAME-Selin Gökçe Gedikli

  Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, eski hamam içinde. Eski hamamın ortası yok. Anamın hatun bohçası yok. Babamın ağa akçası yok. Çarşıda bir tazı geziyor, tazının tasması yok. Tasmacı tasma yapar mısın? Beş yüz altın kapar mısın? Ben uyumadan önce, Masala başlar mısın?

  Bir memleketin birinde, zayıf mı zayıf bir eşek yaşarmış. Gece gündüz demeden o kadar ağır yükler taşırmış ki, teri yükler altında kan gibi akarmış. Zavallı eşeğin yaralardan tüyü, eti, derisi kalmamış. Gözü bir avuç saman görünceye kadar dünyanın acısını çekermiş öyle ki sırtından palanı alınsa geriye sanki bir köpek kalırmış. 

  Günlerden bir gün bu eşeğin sahibi bir iyilik yapmış. Eşeğin sırtından palanı almış, eşeği otlamaya salmış. Bizim miskin eşek çayırda otlarken bir de ne görsün! Gözleri ateşli, göğüsleri gergin ve dolgun, boynuzları ay gibi öküzler. Eşek şaşmış kalmış. Başlamış düşünmeye. “Bu öküzlerin ne yular dertleri var ne de palan üzüntüsü, içleri rahat rahat yürüyorlar; bize bu ihtiyaç ve yoksulluk varken, bunlara taç giydirilmesi neden.” Eşek düşünmüş taşınmış, az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Soluğu çok çağlar görüp geçiren, akıllı, kulağından kurtlar korkan, çomağından aslan kükreyen ulu eşeğin yanında almış. Demiş ki: “Sen eşekler içinde en olgun eşeksin. Kuşku yok sen en bilgesin en büyüksün. Benim bir sorunum var bunu ancak sen halledersin. Bugün otlakta öküzler gördüm, göğüslerini gererek yürüyorlardı. Bize nedenini açıkla. Şu sultanlık tacı niçin bunlara layık görüldü? Eşek nasıl öküzden aşağı olur.” Kısa bir sessizlikten sonra ulu eşek başlamış anlatmaya: “Ey belaya tutsak olmuş eşek, bu işin aslını astarını iyi dinle. Öküzü yaratan tanrı, öküzleri rızk nedeni kıldı. Öküzler gece gündüz buğday işler, buğday dişlerler. Aziz buğdaya bu öküzler sebep olduğu için yaradan bunlara o yüceliği verdi. Bizim büyük işimiz odundur. İçimize ateş koyan o değersiz nesnedir. Boynuzu bir yana bırak kulak ve kuyruk bile çoktur bize.” Dertli eşek ulu eşeğin yanından derdi artmış bir şekilde ayrılmış. Kendi kendine; gideyim ben de buğday işleyeyim ben de öküzler gibi buğday dişliyim yücelikler bulayım, diye düşünmüş. Dertli eşek yolda giderken yeşermiş bir ekin tarlası görmüş. Can derdine ilaç bulmuş. Tarladaki ekinleri öyle bir iştahla yemiş ki tarlada tek bir ekin bile kalmamış. Eşeğin içindeki neşe artınca başlamış şarkılar söylemeye. Gitgide sesini daha da yükseltmiş. Bu sesleri duyan tarla sahibi eline sopayı aldığı gibi koşmuş tarlaya. Ekini yenmiş tarlasını görünce başlamış eşeği dövmeye. Dövmekle yetinemeyip çıkartmış cebinden bıçağını. Kesmiş eşeğin kuyruğunu ve kulağını. 

  Eşek kanlar ve gözyaşları içinde kaçarken yolda ulu eşeğe rastlamış. Ulu eşek sormuş neler olduğunu. Aklı başına gelen eşek derin bir ah çekmiş “Boynuz umdum, kulaktan ayrıldım. Helalinden rızık isterken, bütün servetimi haramilere kaptırdım. Padişahın hükmüne felek kuldur köledir. Bir iki baldırı çıplak da kim oluyor ki, padişahın nişanlı buyruğunun tersine hareket edebilsin. Padişahın öfkesi ki eğer, felek başkaldırsa onu bile yerle bir eder. Benim inleme ve feryatlarım göklere çıktı, adalet ey adil padişah adalet. İnilti ve ahını fazla uzatma, padişah nüktedandır bilir. Bırak o padişahın işi izzet ve naz etmek, düşmanın işi de gam çekmek ve yalvarmak olsun” demiş. 

  Gökten üç elma düştü; biri bana, biri okuyanlara, diğeri de elindekilerinin kıymetini bilen tüm insanlara... 

Yorumlar