HARNÂME --- FATMA ÇAVUŞOĞLU

 Masal masal maniki, yolda saydım on iki, on ikinin yarısı, tilki çakal karısı. Masal masal martladı, iki fare atladı, kurbağa kanatlandı, tos vurdu bardağa, çocuk çıktı çardağa. Masal masal maniki, kuyruğu var on iki, kuyruğunda beni var, kulağında çanı var. Masal masal matadar; dil okur, damak tadar.


Bir memleketin birinde yük çekmekten anası ağlamış, zayıf bir eşek varmış. Bazen su bazen odun çekermiş. Öyle ağır yükler taşırmış ki yaralardan tüyü, eti, derisi kalmamış. Teri yükler altında kan gibi akıyormuş. Onu görenler " Sanki bir iskelet diyormuş". Dudağı sarkmış, çenesi düşmüş, arkasına ufak bir sinek konsa yoruluyormuş. Gözü bir avuç saman görse teni kıyım kıyım doğranıyormuş. Sırtından palanı alınsa sanki bir köpekmiş.


Bir gün sahibi ona bir iyilik yapmış. Sırtından palanını almış ve onu oylamaya salmış. Eşek otlayarak ilerlerken gözleri ateşli, göğüsleri gergin ve dolgun olan öküzleri görmüş. Kıllarını çekince kan damlarmış. Kimisinin boynuzları ay kimisinin de yay gibiymiş. Böğürünce dağlar çın çın ötermiş. Eşek öküzleri görünce şaşıp kalmış. İçleri rahat bir şekilde yürüyor, hatta dinleniyorlarmış. Ne yular dertleri varmış. Ne de yük altında hasta ve şikayetçilermiş. Eşek bu hâle çok şaşırmış, kendi halini göz önüne getirmiş. " Biz bunlarla elde ayakta şekilde aynıyız, neden onların başına taç giydirildi, bize bu yoksulluk neden verildi, bunların boynuzunu kim ay etti" diye sormuş kendi kendine. Tüm bu soruları eşeklerin en akıllısına sormaya karar vermiş. Bu akıllı eşek çok kavrayışlıymış, hem zeki hem de çok şeyler görmüş geçirmiş bir eşekmiş. Sesi güzelmiş, ustaymış. Kulağından kurtlar korkar, çomağından aslan ürkermiş. Bizim miskin eşek ulu eşeğin yanına varmış. Ulu eşeğe " Sen eşeklerin içinde en olgun eşeksin. Akıllısın, şeyhsin, fazılsın. Soyun sopun hatiplere konu oldu, ediplere nefesin hoş gelir. Benim bir sorum olacaktı kerem eyle bunu hallet. Bugün otlakta öküzleri gördüm, hepsi semiz ve kuvvetliydi, içleri dışları yağ ve et idi. İnsanlar, eşek hakir olsa da yük taşıdığı için azizdir, derler. Madem yük taşımakta biz üstünüz neden onlar kadar rahat değiliz" diye sormuş. Ulu eşek de " Yaradan Allah öküzü yaratınca onları rızık nedeni kılar. Öküzler gece gündüz buğday işler, otlar ve dişlerler. Buğdaya öküzler bedel olduğundan Allah onlara bu yüceliği verdi. Devlet tacı başlarına kondu, içleri dışları yağ ve et ile doldu. Bizim işimiz oyundur, içimize bu ateşi koyan o değersiz nesnedir. Boynuz bir yana kulak ve kuyruk bile bize fazladır" demiş. Miskin esek, ulu eşeğin yanından daha da dertli ayrılmış. Kendi kendine " Gideyim de ben de buğday işleyeyim, daha ne kadar odunla dayak yiyeceğim, öküzler gibi buğdayla uğraşıp yücelik bulayım" demiş. Yolda ilerlerken yeşermiş bir elin tarlası görmüş, başlamış aşkla tarlayı işlemeye. Kimi zaman ayağıyla çiğniyor kimi zaman dişiyle yiyormuş. Arpayı istekle kavradığı her defa toprağı da eşek yüküyle götürüyormuş. İştahla ekini yemiş ve tarla çıplak kalmış. Karnı doymuş müziğe başlamış, yere yatıp yuvarlanmış. Söyleyip çağırmaya başlamış, gitgide sesini yükseltmiş. Eşek çirkin sesini çıkarınca tarlanın sahibi duymuş. Eline sopayı alıp tarlaya ilerlemiş, tarlanın halini görünce inlemiş. Küfür etmekle yüreği soğumamış, eşeği döverek kendini yatıştıramamış. Bıçağı çekip eşeğin kulak ve kuyruğunu kesmiş. Eşek canı yanarak kaçarken karşısına ulu eşek çıkmış. Ulu eşek ne olduğunu sormuş. Eşek feryat figan içinde inleyerek " Boynuz umdum kulaktan ayrıldım, arpaya muhtaç yoksulken başıma taç konmasını bekledim. Ahhh! gitti bizim kulak ile kuyruğumuz" demiş. 


Eşek pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuş.

Yorumlar